Geleceğin trendi Kürt nüfusu
26 Aralık 2014 Cuma 15:08
sabihkayhan@hotmail.com
Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın çok çocuk takıntısını bilmeyen yoktur. Başbakanlığı döneminde katıldığı tüm düğün törenlerinde ve sosyal yaşam ile ilgili toplantılarda en az üç çocuk vurgusunu mütemadiyen yapmaktaydı. Cumhurbaşkanı seçildikten sonra da bu isteğini, ısrarla yinelerken “doğum kontrolü bu ülkeye yapılmış en büyük ihanettir” diyerek bir adım ileriye taşımıştır. Dünya nüfusunun 7 Milyarı aştığı günümüzde, -Avrupa’nın gelişmiş birkaç ülkesi- dışındaki ülkeler çeşitli programlarla nüfus artış hızlarını düşürmeye çalışırken Cumhurbaşkanımız neden en az üç çocuk istemektedir? Günümüz dünyasında ve ülkemizde bu talep ne kadar gerçekçidir? Sayın cumhurbaşkanımız bu çağrıyı ülkedeki tüm halklara mı yoksa sadece Sünni Türklere mi yapmaktadır? Niyetinin ne olduğunu anlamak için ne psikolog ne de sosyolog olmaya gerek yok. Son 12 yıldır her hareketiyle her konuşmasıyla ve icraatlarıyla gündemin hep bir numarası olmuş bir insanın niyetini okumak çok zor olmasa gerek. Cumhurbaşkanımız zeki bir insandır, ne istediğini bilen siyasi tecrübesi olan birisidir. Kendisi, üzerinde güneş batmayan bir imparatorluğun varisi olmakla hep gururlanan birisidir. Kurucusu olduğu partinin ve Başbakan Sayın Ahmet Davutoğlu’nun da bu düşüncede olduğunu biliyoruz. 5.2 Milyon Km2 toprağa hükmetmiş bir ulusun nesli olanların, bugün 783 bin km2’lik bir coğrafyada hüküm sürmenin verdiği bir tedirginlik içerisinde olmaları doğaldır. Büyüme hızının % 2’lerde, resmi olmayan işsizliğin % 17’lerde seyrettiği ülkemizde, her aileden en az üç çocuk istemek ülke gerçeklerine ne kadar uygun. Ülkemizde, TÜİK’in 2013 yılı verilerine göre yıllık nüfus artış hızı %o(binde) 13,7’dir. Bu oran Doğu ve Güney Doğu bölgelerimizde % 2.65 dolaylarındadır. Doğurganlık oranlarına bakacak olursak; Marmara Bölgesi %1.69 oranıyla en düşük, Güneydoğu Anadolu Bölgesi % 3.47’lik oranıyla en yüksek bölge olarak öne çıkmaktadır. Doğurganlık hızında Türkiye ortalaması % 2.08’ dir. Bu istatistiki bilgiler ışığında, Kürt nüfusundaki artış olmasa Türkiye nüfusu yıllar itibariyle azalış gösterecektir. Buna paralel, çocuk ölümleri de bu bölgelerimizde ülkenin diğer bölgelerine göre fazladır. Sağlık Bakanlığı verilerine göre 2009-2013 yılları arasında Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde 36.481 çocuk daha beş yaşına gelmeden ölmüştür. Bir taraftan çok çocuk istemek, diğer taraftan söz konusu bölgelerde bu kadar çok bebek ölümlerine kayıtsız kalmak nasıl izah edilebilir. Mehrdad R.Izady, Kürtler adlı eserinde dünyadaki Kürt nüfusun 2020 yılına kadar yılda 1.5 Milyon kişi artacağını bu artışın 2020 yılından itibaren aşamalı olarak düşüş göstereceğini, 2035 yılından sonra yıllık 1 Milyon, 2045 yılında bunun yarısına yani 500 Bin’e, sıfır büyümeye ise ancak 2055-2065 yıllarında gelinebileceğini belirtmektedir. Hal böyle olunca istatistikler 2023 yılında Kürt nüfusun Türk nüfusunu geçeceğini göstermektedir. Bu noktada tüm hedeflerini cumhuriyetin 100.yılı olan 2023’e ve Türklerin Anadolu’ya ayak basmalarının 1.000. yılı 2.071’e göre belirlemiş olan devlet erkinin tedirgin olması doğaldır. Kürt nüfusun hızla artmasından doğan kaygı, bir asır öncesine dayanmaktadır. Özellikle Balkan, Afgan, Kırım, Çeçen ve diğer Türk asıllı olup başka ülkelerde yaşayanların kafileler halinde getirilerek Kürt nüfusunun artışı kırılmaya çalışılmıştır. Bu kaygı, 24 Şubat 1993 tarihli Hürriyet gazetesinde, Kürtlere “doğal doğurganlıklarını azaltma biçimindeki dini görevlerini” hatırlatmak üzere din adamlarına talimat verildiği ve yine aynı gazetenin 23 Mart 1993 tarihli nüshasında “Kürt demografik zaman bombası” şeklinde yer alan makalede açıkça görülmektedir. Tüm bunların yanında o yıllarda uygulamaya konulan doğum kontrol önlemleri acımasızca dayatılmıştır. Bu tarz tedirginlik ve kaygıyı İran’da da görmekteyiz. İran devleti, sayıları için henüz hiçbir resmi rakam verilmemiş olan Kürt demografik büyümesini yavaşlatmak için geçmişte yoğun çabalar harcamış, günümüzde de bunu bir fazilet olarak devam ettirmektedir. İran’da tüm bu çabalara rağmen, 2020 yılından itibaren, Kürt nüfusun gerek Suriye gerekse de Irak’tan çok daha büyük yıllık artışlar göstereceği öngörülmektedir. Ünlü ekonomist John Maynard Keynes, bir zamanlar yaptığı tespitte “ tarihteki büyük olaylar çoğu zaman demografide cereyan eden ve zamanında pek de göze çarpmayan ağır değişimlerden kaynaklanır” demiştir. Günümüzde Kürtler, özellikle Ortadoğu’da bu tezi doğrulayan bir güç olarak öne çıkmıştır. Ve eğer mevcut demografik trendler bu şekilde devam ederse kısa bir zaman sonra Hint-Avrupa dili Kürtçe (Hititlerin zamanından Bizanslıların çöküşüne kadarki dönemde olduğu gibi) en çok konuşulan dil olacaktır. Kürt demografik artışı, özellikle Türkiye’de kendisini artık coğrafik olarak da ortaya koymaktadır. Türkiye’de batıya yönelik genel ekonomik çekim, Anadolu Kürt demografik çekim merkezini adım adım Zagroslar’dan batıya doğru çekip başta Marmara olmak üzere Toros’lara ve diğer başka yerlere yöneltmiştir. Bu süreç böyle devam ederse çok ta uzun olmayacak bir zaman zarfında, 1100 yıl önce Kürtleri bölgeden çıkaran Bizans yasası da tersine dönmüş olacaktır. Tüm bunlar göz önüne alındığında, Devlet eliyle yürütülen Sünni Türk nüfusunun artırılmasına yönelik çeşitli söylemler, teşvikler ile Osmanlıcanın okullarda zorunlu ders yapılmasındaki çalışmalar gibi diğer tüm çalışmaların da yerli yerine oturduğunu görebiliriz.
Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın çok çocuk takıntısını bilmeyen yoktur. Başbakanlığı döneminde katıldığı tüm düğün törenlerinde ve sosyal yaşam ile ilgili toplantılarda en az üç çocuk vurgusunu mütemadiyen yapmaktaydı. Cumhurbaşkanı seçildikten sonra da bu isteğini, ısrarla yinelerken “doğum kontrolü bu ülkeye yapılmış en büyük ihanettir” diyerek bir adım ileriye taşımıştır. Dünya nüfusunun 7 Milyarı aştığı günümüzde, -Avrupa’nın gelişmiş birkaç ülkesi- dışındaki ülkeler çeşitli programlarla nüfus artış hızlarını düşürmeye çalışırken Cumhurbaşkanımız neden en az üç çocuk istemektedir? Günümüz dünyasında ve ülkemizde bu talep ne kadar gerçekçidir? Sayın cumhurbaşkanımız bu çağrıyı ülkedeki tüm halklara mı yoksa sadece Sünni Türklere mi yapmaktadır? Niyetinin ne olduğunu anlamak için ne psikolog ne de sosyolog olmaya gerek yok. Son 12 yıldır her hareketiyle her konuşmasıyla ve icraatlarıyla gündemin hep bir numarası olmuş bir insanın niyetini okumak çok zor olmasa gerek. Cumhurbaşkanımız zeki bir insandır, ne istediğini bilen siyasi tecrübesi olan birisidir. Kendisi, üzerinde güneş batmayan bir imparatorluğun varisi olmakla hep gururlanan birisidir. Kurucusu olduğu partinin ve Başbakan Sayın Ahmet Davutoğlu’nun da bu düşüncede olduğunu biliyoruz. 5.2 Milyon Km2 toprağa hükmetmiş bir ulusun nesli olanların, bugün 783 bin km2’lik bir coğrafyada hüküm sürmenin verdiği bir tedirginlik içerisinde olmaları doğaldır. Büyüme hızının % 2’lerde, resmi olmayan işsizliğin % 17’lerde seyrettiği ülkemizde, her aileden en az üç çocuk istemek ülke gerçeklerine ne kadar uygun. Ülkemizde, TÜİK’in 2013 yılı verilerine göre yıllık nüfus artış hızı %o(binde) 13,7’dir. Bu oran Doğu ve Güney Doğu bölgelerimizde % 2.65 dolaylarındadır. Doğurganlık oranlarına bakacak olursak; Marmara Bölgesi %1.69 oranıyla en düşük, Güneydoğu Anadolu Bölgesi % 3.47’lik oranıyla en yüksek bölge olarak öne çıkmaktadır. Doğurganlık hızında Türkiye ortalaması % 2.08’ dir. Bu istatistiki bilgiler ışığında, Kürt nüfusundaki artış olmasa Türkiye nüfusu yıllar itibariyle azalış gösterecektir. Buna paralel, çocuk ölümleri de bu bölgelerimizde ülkenin diğer bölgelerine göre fazladır. Sağlık Bakanlığı verilerine göre 2009-2013 yılları arasında Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde 36.481 çocuk daha beş yaşına gelmeden ölmüştür. Bir taraftan çok çocuk istemek, diğer taraftan söz konusu bölgelerde bu kadar çok bebek ölümlerine kayıtsız kalmak nasıl izah edilebilir. Mehrdad R.Izady, Kürtler adlı eserinde dünyadaki Kürt nüfusun 2020 yılına kadar yılda 1.5 Milyon kişi artacağını bu artışın 2020 yılından itibaren aşamalı olarak düşüş göstereceğini, 2035 yılından sonra yıllık 1 Milyon, 2045 yılında bunun yarısına yani 500 Bin’e, sıfır büyümeye ise ancak 2055-2065 yıllarında gelinebileceğini belirtmektedir. Hal böyle olunca istatistikler 2023 yılında Kürt nüfusun Türk nüfusunu geçeceğini göstermektedir. Bu noktada tüm hedeflerini cumhuriyetin 100.yılı olan 2023’e ve Türklerin Anadolu’ya ayak basmalarının 1.000. yılı 2.071’e göre belirlemiş olan devlet erkinin tedirgin olması doğaldır. Kürt nüfusun hızla artmasından doğan kaygı, bir asır öncesine dayanmaktadır. Özellikle Balkan, Afgan, Kırım, Çeçen ve diğer Türk asıllı olup başka ülkelerde yaşayanların kafileler halinde getirilerek Kürt nüfusunun artışı kırılmaya çalışılmıştır. Bu kaygı, 24 Şubat 1993 tarihli Hürriyet gazetesinde, Kürtlere “doğal doğurganlıklarını azaltma biçimindeki dini görevlerini” hatırlatmak üzere din adamlarına talimat verildiği ve yine aynı gazetenin 23 Mart 1993 tarihli nüshasında “Kürt demografik zaman bombası” şeklinde yer alan makalede açıkça görülmektedir. Tüm bunların yanında o yıllarda uygulamaya konulan doğum kontrol önlemleri acımasızca dayatılmıştır. Bu tarz tedirginlik ve kaygıyı İran’da da görmekteyiz. İran devleti, sayıları için henüz hiçbir resmi rakam verilmemiş olan Kürt demografik büyümesini yavaşlatmak için geçmişte yoğun çabalar harcamış, günümüzde de bunu bir fazilet olarak devam ettirmektedir. İran’da tüm bu çabalara rağmen, 2020 yılından itibaren, Kürt nüfusun gerek Suriye gerekse de Irak’tan çok daha büyük yıllık artışlar göstereceği öngörülmektedir. Ünlü ekonomist John Maynard Keynes, bir zamanlar yaptığı tespitte “ tarihteki büyük olaylar çoğu zaman demografide cereyan eden ve zamanında pek de göze çarpmayan ağır değişimlerden kaynaklanır” demiştir. Günümüzde Kürtler, özellikle Ortadoğu’da bu tezi doğrulayan bir güç olarak öne çıkmıştır. Ve eğer mevcut demografik trendler bu şekilde devam ederse kısa bir zaman sonra Hint-Avrupa dili Kürtçe (Hititlerin zamanından Bizanslıların çöküşüne kadarki dönemde olduğu gibi) en çok konuşulan dil olacaktır. Kürt demografik artışı, özellikle Türkiye’de kendisini artık coğrafik olarak da ortaya koymaktadır. Türkiye’de batıya yönelik genel ekonomik çekim, Anadolu Kürt demografik çekim merkezini adım adım Zagroslar’dan batıya doğru çekip başta Marmara olmak üzere Toros’lara ve diğer başka yerlere yöneltmiştir. Bu süreç böyle devam ederse çok ta uzun olmayacak bir zaman zarfında, 1100 yıl önce Kürtleri bölgeden çıkaran Bizans yasası da tersine dönmüş olacaktır. Tüm bunlar göz önüne alındığında, Devlet eliyle yürütülen Sünni Türk nüfusunun artırılmasına yönelik çeşitli söylemler, teşvikler ile Osmanlıcanın okullarda zorunlu ders yapılmasındaki çalışmalar gibi diğer tüm çalışmaların da yerli yerine oturduğunu görebiliriz.
Yorumlar
Yorum Gönder